Eldeki veriler ışığında Hititlerle başlayan Sakarya’nın tarihinde Frigler, Lidyalılar, Persler, Bitinya Krallığı, Roma İmparatorluğu gibi birçok medeniyetin izine rastlamak mümkündür. Orhan Gazi devrinde fethedilen bölge, o günden sonra ise hep Türk yurdu olarak kalmıştır. Önceleri bir köy olan bu yere -belki de Sakarya Nehri’nin kollarıyla çevrelendiği için- “Ada” denirdi. Bünyesinde barındırdığı meşhur pazar ise “Ada’nın Pazarı” olarak anılırdı. İşte söylene söylene yerleşen bu isim, sonunda yerleşim yerinin adına dönüştü. Zamanla gelişen Adapazarı önce nahiye, sonra kazâ ve nihayetinde bir vilâyet merkezi oldu.

Yazı ve Fotoğraflar: UĞUR TATAR


1999 yılında meydana gelen deprem ile neredeyse tamamen yıkılan Sakarya’nın Adapazarı ilçesi, aradan geçen zamanda küllerinden yeniden doğan bir Anka Kuşu gibi yenilendi, büyüdü ve gelişti. Depremin üzerinden geçen çeyrek asırın ardından Adapazarı, etkileyici tarihinin yanı sıra güzellikleri ile de bizi büyülüyor. İşte bu yüzden ben de rotamı uzun zamandır keşfetmek istediğim Adapazarı’na çevirdim.


Eşim Saliha ile birlikte Gebze’den yola çıkıp yaklaşık 1 saatlik bir araba yolculuğundan sonra Sakarya’nın Sapanca ilçesinin sınırlarına giriyoruz. Yol boyunca sağlı sollu gördüğüm bungalov evler beni dehşete düşürüyor. İster istemez insanların doğa ile baş başa kalma düşüncesini pek kavrayamadıklarını düşünüyorum. Aksi takdirde yolun hemen yanında, egzoz dumanına boğulmuş bu evlere her geçen gün bir yenisi daha eklenir miydi, pek emin değilim.


Ben bunları düşünürken ilk molamızı vermek için duruyoruz. Sapanca’nın en meşhur dinlenme tesislerinden birinde hem kahvaltımızı yapacak hem de bize Adapazarı’nı gezdirecek olan rehberlerimizle tanışacağız. Sabahın ilk ışıklarında ezogelin çorbalarımızı yudumlarken rehberlerimiz de dinlenme tesisine adım atıyor. Uzun zaman boyunca Sakarya’da ikamet eden Ümit ve Esra çifti bize bölge hakkında bilgiler verirken güzergah konusunda da yardım edecek. Arkeolojiye büyük bir tutkuyla bağlı olan, “Kültürel Miras ve Turizm” bölümü öğrencisi Ülkü ise gezdiğimiz yerlerin tarihi konusunda danışacağımız isim olacak.


Rehberlerimiz ile tanışıp kaynaştıktan sonra bir süre boyunca ilk gideceğimiz yeri belirlemeye çalışıyoruz. Ben bölgedeki en dikkat çeken yapı olan ve “Beş Köprü” olarak da bilinen “Justinianus Köprüsü” ile başlamayı öneriyorum. Rehberimiz Ümit, oranın en son restorasyon sürecinde olduğunu ve restorasyonun bitip bitmediği konusunda emin olmadığını söylese de ben kararımdan vazgeçmiyorum. Toparlanıp ilk durağımıza doğru yola çıkıyoruz.


Ayasofya ile Yaşıt Bir İnsanlık Mirası: JUSTINIANUS KÖPRÜSÜ


1500 yıllık bu köprüye doğru giderken rehberimiz Ülkü, Çark Deresi üzerinde yer alan köprünün Bizans İmparatoru Justinianus tarafından 558-560 yıllarında yaptırıldığından ve 365 metre uzunluğunda olduğundan bahsediyor.


Köprüye yaklaştıkça heyecanım daha da artıyor ve tarihe meydan okuyan bu köprünün üzerinde yürüme isteği içimde büyüdükçe büyüyor. Fotoğraflarına baktığımda belki de beni en çok etkileyen şey olan, köprünün doğu ucundaki apsisli yapıyı yakından görmeyi gerçekten çok istiyorum.


12 kemeri bulunan bu köprüye neden “Beş Köprü” dendiğini sorduğumda ise rehberimiz Ülkü, bu durumun köprünün eski isminin zaman içindeki değişiminden kaynaklandığını söylüyor. Önceleri “Pons Köprüsü” anlamına gelen Pontogephyra olarak anılan yapı, sonraları Pentegephyra yani “Beş Köprü” diye anılmaya başlanmış. Rehberimiz Ülkü, asırlar boyunca meydana gelen birçok depreme rağmen sapasağlam ayakta kalmayı başaran köprünün 2018 yılında UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi'ne alındığını da eklemeyi ihmal etmiyor.


Çeyrek saatlik bir yolculuk sonrasında köprünün olduğu lokasyona geliyoruz. Ama ortada büyük bir sorun var. Cep telefonlarımızın navigasyonları köprünün çok yakınında olduğumuzu söylese de etrafta köprü namına herhangi bir şey yok. Köprünün olması gereken yeri çepeçevre saran trapez sac çit, adeta hayallerimin önüne çekilmiş bir engel gibi karşımda dikiliyor. Bu hayal kırıklığı ile kimse arabadan dahi inmiyor. Ama ben şansımı denemeye karar veriyorum.


Üzerinde yürüyemesem de bari şöyle uzaktan çekeyim diyorum kendi kendime. Ama restorasyon alanının yanındaki özel mülkün bahçesindeki köpek, sürekli havlayarak beni çileden çıkarıyor. Dikkatli bakınca köprüye ait kısımları şöyle ucundan kıyısından görüyorum; ben köprünün bir ucundayım, apsisli yapı diğer ucunda. Zaten apsisli yapı da mavi tellerle kapatılmış. Anlıyorum ki güzel tek bir kare çekme şansım yok. Bu yüzden kameramı açmıyorum bile. Görmeyi çok istediğim bu köprüyü en azından şu an göremeyeceğim, mecburen kabul ediyorum ve “Justinianus Köprüsü”nün restorasyonunun bir an önce bitmesini temenni ederek, arabaya biniyorum. Bir sonraki durağımıza doğru yola çıkıyoruz.


Sessiz Bekçilerin Ebedi İstirahatgâhı: SAKARYA ŞEHİTLİĞİ


Bu gezimizde eşimle sadece Adapazarı sınırları içinde keşif yapmayı kararlaştırsak da Adapazarı ve Serdivan ilçelerinin kesiştiği bir noktada yer alan Sakarya Şehitliği’ne özellikle uğramak istiyorum. Zira bu şehitlik üzülerek söylüyorum ki pek fazla kişi tarafından bilinmiyor. Bu yüzden Sakarya Şehitliği’ni görmeyi ve daha fazla insanın bilmesini sağlamayı önce bir vatansever, daha sonra da bir gazeteci olarak kutsal bir görev olarak kabul ediyorum. 


Şehitliğin kapısından içeri girdiğimde adeta atmosfer değişiyor, tüylerim diken diken oluyor. Gök kubbeye doğru uzanan bir anıtı, 1940-2005 yılları arasında şehit olmuş 140 Sakaryalı şehitin anısına yapılan temsili mezar taşları çevreliyor. Mezar taşlarının üzerindeki isimleri okurken bu vatanın hiç kolay kurulmadığını ve ne güçlüklerle yaşatıldığını bir kez daha anlıyorum.


Araştırma yapıldığında şehitlik hakkında bir bilgiye ulaşmak çok güç. Neyseki imdadıma rehberimiz Esra yetişiyor. 1994 yılında dönemin valisi tarafından bu bölgeye bir şehitlik kurmaya karar verilmesi ile anıtın yapıldığını söyleyen rehberimiz, daha sonra zaman içerisinde çeşitli eklemeler ile son şeklini alan şehitliğin 2006 yılında ziyarete açıldığından bahsediyor.


Şehitlikten ayrılırken Sakarya Atı üzerinde bizi selamlayan Mustafa Kemal Atatürk’ün anıtı, Gazi Paşa’nın “Hürriyetimizi şehitlerimize borçluyuz” cümlesinin kulağımızda yankılanmasına sebep oluyor. Bu aziz vatan uğruna toprağa düşmüş Sakaryalı şehitlerimiz özelinde tüm şehitlerimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyoruz. Ruhlarına Fatiha okuyup şehitlikten ayrılıyoruz.


Huzurun ve Dinginliğin Adresi: KENT PARK ve TARİHİ ÇARK


Adapazarı’nda sizi yeşille buluşturacak huzur dolu birçok park bulabilirsiniz. Bunlardan bir tanesi olan Orman Park, ziyaretçilerine şehrin içinde orman manzarası sunmasının yanında zengin menüsüyle de göz dolduruyor. Gezimize devam etmeden önce yemek için burada durmaya karar veriyoruz. Burasının albenili bir tarafı olduğunu inkar etmesem de benim aklım 2021 yılında açılan “Uçak Kıraathanesi”nde… Bu yüzden ekiptekileri, Kent Park’ta bulunan Uçak Kıraathanesi’nde yemek yemeye ikna etmek için uğraşıyorum. Açıkçası restorana dönüştürülmüş bir uçakta yemek yeme fikri herkese cazip geldiği için pek de zorlanmıyorum. Uçağımızı kaçırma telaşı olmadan yola çıkıp Kent Park’a geliyoruz. Arabayı park ettiğimiz yerde bir saat kulesi bizi karşılıyor. Bu saat kulesinin hikayesini daha sonra rehberlerimizden dinleyeceğiz. Saat kulesinin hemen karşısında ise tüm ihtişamı ile AIRBUS A300 kargo uçağından dönüştürülen “Uçak Kıraathanesi” duruyor.


Uçağı ilk gördüğümde, 2018 yılında Kocaeli’nin Çayırova ilçesinde dönemin belediye başkanı tarafından kente kazandırılan AIRBUS A340 yolcu uçağı için de aynı planların yapıldığı aklıma geliyor. Uçak Park adında bir restorana dönüştürülmesi planlanan bu emektar uçak, etrafına yapılacak dükkanlar ile cezbedici bir sosyal tesis görevi görecekti. Ama maalesef bu planlar gerçek olmadı. Şu anda ise uçağın bilim merkezi olarak kullanılması için çalışmalar yürütülmeye devam ediyor.


Karşılaşacağımız manzarayı merak ederek uçaktan içeri giriyoruz. Düşündüğümün aksine içerisi oldukça ferah bir şekilde dizayn edilmiş. Uçakların o basık ve bunaltıcı havasından burada eser yok. Kitap kurtlarını düşünerek uçağın içine mini bir kütüphane bile yapmışlar. Boş bulduğumuz bir masaya oturup siparişimizi veriyoruz. Bu arada uygun fiyata lezzetli yemekler yeme imkanı sunan “Uçak Kıraathanesi”ne gelirseniz mutlaka kabak tatlısını denemeyi unutmayın. Bal kabağı ile meşhur olan Adapazarı’nın, kabak tatlısının da en iyisini size sunacağına hiç şüpheniz olmasın. 


Artık enerjimiz yerine geldiğine göre Adapazarı denince akla ilk gelen yer olan Kent Park’ı dolaşmaya başlayabiliriz. Rehberimiz Ümit, bu parkın eski Zirai Donatım Kurumu Fabrikası’nın arazisi üzerine inşa edildiğini söylüyor. Peki, ya saat kulesi? Kimsenin dikkatini çekmese de bu saat kulesinde benim dikkatimi çeken bir şeyler var. Kent tarihinin sessiz sedasız tanıkları olan saat kuleleri, insanın zamana hükmetme arzusunun bir sonucu orada olsalar da sadece dikildikleri yerin sembolü olmakla yetinirler. Rehberimiz Ümit, Zirai Donatım Kurumu Fabrikası’nın sembolü olan tarihi bacanın 2017 yılında geçirdiği restorasyon ile bu saat kulesine dönüştürüldüğünü anlatıyor. Bu bilgi, bilmeyen birini çok şaşırtacak cinsten. Zira saat kulesi, sanki çok daha uzun zamandır burada ziyaretçileri karşılıyormuşçasına park ile bütünleşmiş gözüküyor.


Kent Park’ta dolaşırken tüm dertlerinizden arınıyor, etraftaki binbir güzelliğin keyfini çıkartıyorsunuz. Bir tarafınızda akan Çark Deresi parka hayat verirken diğer tarafınızda ördeklere ev sahipliği yapan yapay gölet, parkın huzur verici atmosferine büyük katkı sağlıyor. Kent Park’ın büyüklüğü, peyzaj konusundaki başarısı, göz ve gönül ziyafeti sunan görsel ögelerinin zenginliği aklıma İstanbul’un nadide ilçesi Kadıköy’de bulunan “Özgürlük Parkı”nı getiriyor. Tıpkı orada olduğu gibi Kent Park’ta da özgürlük hissini iliklerinize kadar hissediyorsunuz. 


Biraz ötede parkın sembollerinden biri diyebileceğimiz yel değirmeni adeta bize el sallıyor. Eşim Saliha, Don Quijote misali yel değirmenine koşuyor, güzel fotoğraflar yakalamaya çalışıyor. Ben ilk başta burun kıvırsam da bir süre sonra Sancho Panza gibi eşimi takip ediyorum ve kendimi yel değirmenini farklı açılardan fotoğraflamaya çalışırken buluyorum.


Fotoğraf çekimini bitirdikten sonra parkın en görkemli yapısına doğru yollanıyoruz. “Tarihi Çark”, uzaktan “London Eye” kadar şatafatlı duruyor. Ama yakınına geldiğimde Adapazarı’ndaki ikinci hayal kırıklığım ile karşılaşıyorum. “Tarihi Çark”da tıpkı “Justinianus Köprüsü” gibi restorasyon sebebi ile kapatılmış. Kuleye çıkamamış olmak dışında, çarkı yakından inceleyememek de beni fazlasıyla üzüyor. Ama bu sefer en azından “Tarihi Çark”ı görüp fotoğrafını çekebildim diye kendimi teselli ediyorum.


Ben çarkın fotoğraflarını çekerken rehberimiz Ülkü, “Tarihi Çark” hakkında bilgiler veriyor. Adapazarı’nın su ihtiyacını karşılamak için 16. yüzyılın sonlarına doğru Çark Suyu’nun üzerine bir değirmen yapılmış. 1724 yılında değirmenin yerine yapılan çark ise düzenli içme suyu sağlayarak 170 yıl boyunca halka hizmet etmiş. Artık yetersiz kalmaya başlayınca dönemin Adapazarı Kaymakamı 1894 yılında modern bir mimariyle yeni bir çark inşa ettirmiş. 1955 yılında emekliye ayrılan bu çark, zamanla harap bir hale gelip yıkılmış. Şu an Kent Park’a gidince göreceğiniz “Tarihi Çark”, en son inşa edilmiş olan çarkın orijinal ölçülerine göre yapılmış bir replikasıdır.


Kent Park’ta şöyle birkaç tur attıktan ve bir şiir gibi akan Çark Deresi’ni izledikten sonra yeni bir keşif için yola çıkıyoruz. 



Doğanın Kalbinde Gizli Bir Hazine: SAKLI GÖL


Şimdi ki amacımız şehirden olabildiğince uzaklaşıp doğa ile baş başa kalacağımız bir yer keşfetmek. Rehberlerimiz Ümit ve Esra çifti, evlendikleri ilk zamanlarda evlerine çok yakın bir mesafede olan ve sık sık gittikleri bir gölden bahsediyorlar. Gölü o kadar övüyorlar ki bu çağrıya kayıtsız kalamıyorum ve hemen yola çıkıyoruz.


Korucuk mevkiinde bulunan Saklı Göl’ün şimdiki hali rehberlerimizi şaşırtıyor. Rehberimiz Esra, çok az kişinin bildiği bu gölün 10 sene önce böyle olmadığını ve gölün hemen yanında bulunan kafenin o zamanlar bulunmadığını söylüyor. Aklıma Panait İstrati’nin “Akdeniz” kitabındaki “Tuzlu Göl” geliyor. Kitaptaki “Tuzlu Göl”, önceleri sadece orayı bilen insanların gittiği sıradan bir gölken daha sonra etrafına yapılan köşkler ve otel ile meşhur bir tatil merkezine dönüşüyordu.


Soğuk havaya rağmen ziyaretçiler tarafından hiç boş bırakılmayan bu kafe, size doğanın kalbinde keyifli bir mola vaat ediyor. Kafede çayımızı yudumlarken göle dalıp çıkan yeşil başlı ördekleri seyrediyoruz. O zamana kadar fark edemediğimiz yorgunluk hissi iyiden iyiye kendini gösteriyor. Bu yüzden Adapazarı gezimizi burada noktalamaya karar veriyoruz. 


Ama kendisi lisanslı bir bisikletçi olan rehberimiz Ümit, buraya kadar gelmişken “Ayçiçeği Bisiklet Vadisi”ni görmeden gitmememiz konusunda ısrarcı oluyor. Açıkçası ben de burayı çok merak ettiğim için bu teklifi geri çeviremiyorum ve Saklı Göl’e çok yakın bir konumda bulunan “Ayçiçeği Bisiklet Vadisi”ne kısa bir yolculuktan sonra varıyoruz. Rehberimiz Ümit, buranın ulusal ve uluslararası bisiklet şampiyonaları için dünya standartlarına uygun bir şekilde inşa edildiğinden bahsediyor. Ayrıca 2020 Dağ Bisikleti Dünya Şampiyonası’nın da burada yapıldığını ekliyor. Dünyada “Bisiklet Dostu Şehir” unvanını almaya hak kazanan sayılı şehirlerden biri olan Sakarya’da böyle bir yerin olması beni pek şaşırtmıyor açıkçası. Ama “Ayçiçeği Bisiklet Vadisi”nin güzelliğinin bisiklet binmeyi sevmeyen birini bile bisiklete bindirecek cinsten olduğunu da belirtmek gerekiyor.


Rehberlerimize bu sıra dışı ama çok keyifli Adapazarı gezisi için teşekkür edip cebimizde her daim hatırlayacağımız cinsten güzel anılarla şehirden ayrılıyoruz. Kuzey Marmara Otoyolu ile Gebze’ye dönerken Adapazarı’nın etkileyici manzaraları bir film şeridi gibi zihnimden geçip duruyor...


- SON -

banner983
Misafir Avatar
İsminiz
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner376

banner375

banner377

banner981